İran Sineması ve Kadın
Ulus Baker
İran sinemasında yalnızca kadının varlığı konusunda deÄŸil, İslam’da aslında yasak olan "imajın" varlığını tartışmanız gerekir önce. Yoksa hiçbir kültür kadınlara "dayanamaz" --muhakkak çekicilikleri ve birtakım güzellikleri, iÅŸveleri vesaire vardır onların. İşte Mahmalbaf'ın Kandahar filmine bakın --ne diyordu? İmajları olmayan ülke. Niçin? Çünkü kadınlarını burkalara kapatmış. Bu sosyo-politik gerçeklik yine de filme bir paradoks olarak yansımış bulunuyor (ve hissedebildiÄŸim kadarıyla filmin yönetmeni bunun pek farkında deÄŸil): burkalarla Afganistan yaylalarında çekilmiÅŸ kadınlar filmin en güçlü ve rengarenk imajlarını oluÅŸturmaktan geri kalmıyorlar, kapatıyorlar onları, onlar ise burka denen giysilerini yeniden ve yeniden icat ederek, renklendirerek, o çok özel erotizm dozunu kendi keyiflerince ayarlayarak cevap veriyorlar. Hayat ÅŸu ya da bu bicimde akacaksa ille de akabileceÄŸi kanalları üretmek, yeniden üretmek gerekir.
Ben İran sinemasının sırrının sansüre karsı çıkıştan ibaret olmadığını düÅŸünüyorum. Rejimin epeydir bu "geçip giden" imajlara, yani yanılsama olduklarını bizzat gösteren imajlara toleranslı davranıyor olduÄŸu malum. Ancak unutmayalım ki bizim on dokuzuncu yüzyılda yitirdiÄŸimiz, oysa İran ÅŸiirinde korunan "divan" edebiyatı ve ona ait imajlar rejimi, her türden realizmin ötesine geçerek İran sinemasını koruması altında tutuyor. DüÅŸman cephesinden yaÄŸan okların "tir-i müjen", yani "sevgilinin kirpikleri" gibi olması yeterince sinematografik bir imajdır. Muhsin ErtuÄŸrul denen Mustafa Kemal icazetli adam yüzünden Türkiye’de sinema filan kurulamadı. İnsanlar imajlar üstüne belki Metin Erksan'dan itibaren --o da birazcık-- düÅŸünmeye gayret ettiler --ve diyelim ki bunun için Yılmaz Güney’i, bugün de Zeki Demirkubuz'u, DerviÅŸ Zaim’i ve özellikle de Nuri Bilge Ceylan’ı beklemek zorunda kaldık.
Hep hatırlattığım bir nokta, on dokuzuncu yüzyıl sonlarında Namık Kemal'in "gerçekçilik" uÄŸruna batı edebiyatı lehine, acem edebiyatı aleyhine ileri sürdüÄŸü noktaların sinemaya nasıl da olanak vermediÄŸiydi. Unutmayalım ki sinema realiteyi dosdoÄŸru iletmez, ona bir hiyeroglif, bir gösterge rejimi ve imajlar zihniyeti dayatır. Bu zihniyet doÄŸayı ve insani kuÅŸatır ve yönlendirir. Sinema bu yüzden tiyatrodan çok divan edebiyatının "sembolizmine" daha yakın bir türdür. İşte bu yüzden İran’da sinema varken Türkiye’de yok.
İran’da sinemada kadının hangi ÅŸartlarda görünebildiÄŸini biliyoruz. Önemli olan, kadın sinemacılardır daha çok. Samira Mahmalbaf ve diÄŸerleri. Kadın halini ve çocuk halini anlatmak. Bu aslında fiziki bir duruma tekabül ediyor --hayatin katı, sıvı ve gaz hallerine gönderiyor bizi. Bu yüzden İran sinemasının mesela çocuÄŸa ciddi ciddi ihtiyacı var: çünkü çocuklar ÅŸeyleri genellikle "gaz halinde" görebilme yeteneÄŸine sahipler. Bizim artik alıştığımız tarzdan çok farklı bir ayırt etme ve kavrama sanatları var onların. Ve İran’da kadınlar da uzun yıllardır "çocuklaÅŸtırılmak" istenmiÅŸ. "Çözüm çok basit, kapatırsınız olur biter" tipinden bir kolaycılığa mahkûm edilmiÅŸ.
Ve "parantez", ben de sürekli övgüler yaÄŸdırıyorum ama aslında çok iyi bir özgün sinematografik çizgi yakalamış olan İran sinemasını bir "tür" olarak algılamak konusunda henüz kararsızım... "sinemanın gerektirdiÄŸi iÅŸler"i çok iyi yaptıkları açık. Ama sürekli olarak hayatın çok dar bir kesiminde hareket etmek zorunda kalıyorlar ve bütün güçlerini "belgeleme" diyebileceÄŸimiz bir uÄŸraşıdan alıyorlar. Buna karşın, tuhaftır, iyi "belgesel" çekemiyorlar, çünkü her türden kurgu filmleri zaten kendiliÄŸinden bir belgesel gibi görünüyor.
Sinemada kadının imajının ne olduÄŸu ve nasıl iÅŸlediÄŸi, bütün çeÅŸitliliklere raÄŸmen galiba ÅŸöyle bir soruna indirgenebilir: çoÄŸunlukla erkek olan yönetmenlerin ortaya sürdüÄŸü birtakım "kadın" imajları" var. Ama bütün mesele bu imajın kadın yönetmenlerin elinde ne menem bir ÅŸey olacağı. Dolayısıyla --mesela-- bir aÅŸk filmi bir kadın tarafından çekildiÄŸinde ondan kuÅŸku duymalıyız. Çok iyi bir film olabilir, ama o kadar da iyi olması kötü olabilir. Kadınlar ÅŸu anda ask-meÅŸk meselesinden çok özgürlük meselesine takılmış haldeler. Ve bu durum yalnızca batılı manada kavradığımız feminizmle sınırlanmıyor. Burkalar içinde Afgan kadınlar kendi dünyalarını nasıl kurabiliyorlarsa imajlar dünyasında da kurabilirler. Bu iÅŸ ÅŸu anda nedendir bilmem İran’da en iyi bir ÅŸekilde yapılıyor.
Anlıyoruz ki kadınlık meselesi bir özgürlük meselesidir. Ancak o andan itibaren özgür aÅŸktan filan bahsedebilirsiniz. İran sinemasının kadın filmcileri bu sorgulamayı en iyi yapanlar olarak beliriyor gerçekten.
Peki, rejim neden katlanıyor bütün bunlara: bence katlanmıyor, kandırılıyor ya da kendisini, zoraki, kandırılmaya bırakıyor. Bu zorunlu çünkü basitçe söylemek gerekirse --her ülkede olduÄŸu gibi-- İran’da nüfusun yarısını kadınlar oluÅŸturuyor.
İran sinemasından geçerek kadını --mesela bir erkek olarak-- sevemeyeceksiniz. Ama baÅŸka türden bir varlık olarak seveceksiniz. Ama iÅŸte kadın o "baÅŸka türden varlık"tan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir ve o da bunu anlatmak istiyor zaten.
-ve bir not: bu asla kadınlara deÄŸil, kadın "sinemacılara" bir övgüdür... Aynı ÅŸekilde kadın "ev kadınları", kadın "polisler", kadın "iÅŸçiler", kadın "fahiÅŸeler" vb. övülebilir. çünkü hepsi kendi imajlarına sahiptirler.