ToplumDusmani.Net V2

Kültür ve Sanat Portalı

Tuesday, Mar 02nd

Son Guncelleme09:38:41 AM GMT

Nerdesin: Sinema Sinema Yönetmenleri Zeki Demirkubuzun Sineması Üzerine


Zeki Demirkubuzun Sineması Üzerine

e-Posta Yazdır

Reklamlar
{mosimage}Zeki Demirkubuz ilk filmine tam da Türkiye’de büyük ve yaygın 1994 krizinin eÅŸikte olduÄŸu bir zamanda baÅŸladı. Bir yanda Türkiye’de derin bir siyasal kriz yaÅŸanırken, öte yanda entelektüel planda büyük bir kimlik bunalımı ve varolan toplumsal ÅŸiddeti ve çıkışsızlığı açıklayamayan bir krizde yaÅŸanıyordu. GeçmiÅŸteki film anlatım tarzlarının ve öykülerin konularının hiçbirisi artık inandırıcılık taşımadığı, sinematografik dilin tümden yetersiz kaldığı, alay edildiÄŸi, itibarsızlaÅŸtığı bir dönemden geçiyorduk. Yerli festivallerimizde büyük ödül alan filmler dahi 50.000 altında seyirci topluyordu. Demirkubuz bu koÅŸullarda büyük ölçüde döviz üzerinden borçlanarak C Blok’u yönetti, film bittiÄŸinde aldığı borçlar Türk Lirası üzerinden tarihi devalüasyon nedeniyle üç katına çıkmıştı. İlk filminin Uluslar arası İstanbul Film Festivali’nde ikincilik ödülü almasıyla, sonucu kabullenmediÄŸi için tartışmalı bir konuÅŸma yaparak ödülü reddetti; “12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Türkiye’de 1 milyon insan baÅŸta olmak üzere Türkiye halkının çektiÄŸi acılar çok pazarlandığı ve yaygın olarak görmezden gelindiÄŸi-yok sayıldığı için bu ödülü reddediyorum.” Çıkış büyük bir ÅŸaÅŸkınlık yarattı, tartışmalara neden oldu. Daha sonra filmin Avrupa festivalleri baÅŸta olmak üzere gösterim süreci baÅŸarıyla geçti, yeni bir yaratıcı yönetmenin geliÅŸi selamlandı. Ancak kendisiyle yaptığımız görüÅŸmelerde de belirttiÄŸi gibi, aslında ancak iki yıl sonra Masumiyet’i çekerken ve çektikten sonra özgün bir sinema dili ve insan anlayışı geliÅŸtirebilmiÅŸti. Aslında C Blok genel planda farklı toplumsal kesimlerin kolajını içeren öyküsü, öykünün geliÅŸiminde nedensel baÄŸların yokluÄŸu, yönetmenin kendi kafasındaki kurguların bir Türkiye gerçekliÄŸi inÅŸa edemeyecek ölçüde belirleyici olduÄŸu, sıçramalar ile garip ve çarpıcı bir finalle bitirildiÄŸi bir film olmuÅŸtu. Ancak genel planda ilk çıkış baÅŸarı kazandı, tanınmışlık, maddi yönden kazanç, yeni proje yapabilme için güven verdi. Filmin öyküsünün inÅŸa edildiÄŸi gerek üst-orta sınıf, gerekse bunlara hizmet eden diÄŸer çalışanlar, lümpenler ve diÄŸer tüm kesimleriyle bir bütün olarak hayatta tutunacak hiçbir ÅŸeyleri olmayan, üretim ve mücadele dünyasından bütünüyle kopuk, baskın bir iletiÅŸimsizlik ve çıkışsızlık içinde yaÅŸayan genelde hedefsiz insanlardan oluÅŸuyordu ve siyasi erkin bütün bileÅŸenleri yoÄŸun bir kuÅŸku ve korkulacak insanlar olarak resmediliyordu. Siyasi erkin üyeleri ve kolluk kuvvetleri bütün Demirkubuz filmlerinde güvenilmez, saldırgan, hatta yer yer kanun tanımaz yabanilikte insanlar olarak resmedilirler.

 

Daha sonraki iki filminde savcının konuÅŸması Masumiyet’in başında ve Yazgı’nın finalinde yer alır, sürekli açılan kapısıyla bu erk sahibi insanların bakış açısının uzağında olduÄŸu bilinçli olarak vurgulanır. Masumiyet ‘Yeni Türk Sineması’nın ilk ve en baÅŸarılı aykırı örneklerinden birisidir. Bir bütün olarak tekinsizlik-parçalanmışlık-çıkışsızlık üzerine kuruludur. Yusuf yeni hapisten çıkmış, bütün ailesini depremde kaybetmiÅŸ, hiçbir zanaatı ya da mesleÄŸi olmayan, dışarıda ne yapacağını bilmeyen ve dolayısıyla zaten yaÅŸamı oyunun kurallarına göre oynayamayacağı için dışarı çıkmak istemeyen birisidir. Bekir, iyi halli bir ailenin oÄŸlu olmasına raÄŸmen, UÄŸur’un peÅŸine düÅŸmüÅŸ, kendisiyle mücadelesini kaybetmiÅŸ, silik, kendi durumunu kabul edemeyen ve sonuçta intiharla biten bir yaÅŸamın silik figürüdür. UÄŸur bir yandan oynaÅŸ, öte yandan sevdiÄŸine gönülden baÄŸlı, pavyon ÅŸarkıcılığıyla hatırı sayılı kiÅŸiler için orospuluk yapan birisidir. Kızı (Çilem) ise daha dünyaya gelmeden önce yediÄŸi dayakla sağır olmuÅŸ, dışsal dünyanın ayırtında olmayan, geleceÄŸi karanlık birisidir. Bütün bu insanların yürek parçalayan ve iliÅŸkiler ağını sanki bir melodramdan almış gibi yapısıyla melodramatik-olmadan dramatik bir anlatıyla anlatırken yönetmen özellikle Yusuf ve UÄŸur’un kızı Çilem’de bir masumiyetin izini bulmakta, yaÅŸamımızın umutsuz gidiÅŸatından ezik insanlara saygıyla yaklaÅŸan pathetic bir öykü türetmektedir. Masumiyet çıkışıyla birlikte yönetmenin Türkiye’de tanınmışlığı ve meftunlarının sayısı büyük oranda arttı. Bir bütün olarak belirli bir masumiyet anlatısı içinde büyük oranda çıkışsız-bilinçsiz-ve iradesiz bir sürecin ortaya konduÄŸu, 1990’lardan sonra iyice yerleÅŸen bir kavramla Öteki Türkiye’nin hikayesi olduÄŸu anlaşıldı, sürüklenen bu insanların genellikle kamusal söylemde “ahlaksız-vicdansız-güvenilmez-saldırgan…” gibi terimlerle nitelenen yaÅŸamlarına “sıcaklık-insanilik-masumluk-güçlü kadın-iyi niyetlilik-kaderin harcadığı insanlar” gibi sıfatlarla yaklaşılmasının önünü açtı.

1995-96 yılında Demirkubuz Albert Camus’nün bir hikayesinden yola çıkarak Kürt illerinde görev yapan solcu bir öÄŸretmenin hikayesini anlatmak için çabaladı, Fransız yapımcılarla görüÅŸtü, neyi ne kadar anlatabileceÄŸini uzun uzun düÅŸündü. Çünkü bu tarihlerde Türkiye tam bir kanunsuzluk ülkesi olmuÅŸ, yazılı yasaların yanında sayısız faili-meçhul cinayetin iÅŸlendiÄŸi resmi ideoloji karşıtlarının yok edildiÄŸi bir süreç yaÅŸanmıştı. Tipik bir “between the permissable and impermissable” arasında debelenerek bir film yapmayı tasarlıyordu. Ancak bu tasarı kendi iradesi dışında imkânsız hale gelince(?), daha önceki dönemde yoÄŸunlaÅŸtığı Albert Camus’dan bir uyarlama fikri Yabancı’nın Türkiye’ye ve fatalist bir karakter merkezinde anlatılmasına dönüÅŸtü. Dolayısıyla Masumiyet ve Üçüncü Sayfa’nın çemberinden çıkıp benzeri sosyal koÅŸullar altında, ancak bu kez yönetmenin ön-belirlenmiÅŸ teması altında hipotetik bir filme dönüÅŸmüÅŸ oldu. Film incelendiÄŸinde, belirli sınırları zorlamayı düÅŸünse de, daha önceki dönemin bir kalıntısı olarak bundan ürktüÄŸü ve sonuç olarak ülkemiz insanı için yer yer inandırıcılıktan uzak bir öyküye dönüÅŸtüÄŸü anlaşılır Yazgı’nın. Çatısı bir yandan Camus’dan alınmış, yerli olaycıklar ve tipler eklenmiÅŸ, dirimsel enerjisini kaybetmiÅŸ, yoÄŸun bir kabullenme içinde ve başına gelen inanılmaz olayları itirazsız kabul eden ve sonuç olarak inandırıcı olamayan bir öykü türetmek genelde filmi tartışılır kıldı, fakat Masumiyet’le baÅŸlayan çıkış izleyici bazında ve eleÅŸtiri zemininde bir gerileme sürecine girdi. Yönetmen gözlemci özelliklerini ve gözlenilenler üzerine inÅŸa edilmiÅŸ yorumlarını kullanarak ördüÄŸü iki öyküsel anlatıdan sonra bütünüyle filmin öyküsünü tahayyüle dayandırdığında (Yazgı) önemli bir inandırıcılık sorunu yaÅŸamıştır. Aynı ÅŸekilde bundan sonraki filmi olan İtiraf’ta yeniden gerçek olaylara ve öykülere döndüÄŸünde çok daha inandırıcı ve pek çok insan için etkileyici bir düÅŸsel evren kurabilmiÅŸtir. Bekleme Odası filminde ise tekrar bütünüyle spekülatif bir çerçevede kurulu, yaÅŸamdan beslenmek yerine tahayyülün eseri çatıyla yola çıktığı için, Bekleme Odası yine ciddi bir inandırıcılık ve aynı zamanda etkileyicilikten uzak anlatıya dönüÅŸtü. Film festivallerde yarışmadan ve seyirci karşısına çıkmadan önce umutla söz ettiÄŸi Bekleme Odası’ndan, daha sonra fazla ekleme-çıkarma yaptığı ve öyküyü iyi kuramadığı için kendi deyimiyle “olmamış” ve “unutulsa daha iyi olacak” bir film olarak söz etmiÅŸtir. Ancak Yazgı ve Bekleme Odası’ndaki inandırıcılık ve pathetic olabilme niteliklerini yitirdiÄŸi gündeme gelince ve izleyici sayısı 15000’in altına inince Demirkubuz geçmiÅŸteki baÅŸarısı Masumiyet’e geri dönmek istedi; risksiz ve sade bir alan olarak Masumiyet’in intihar eden karakteri Bekir’in gençlik dönemine, yani Saklı Cennet’teki ikilinin uzun konuÅŸmasının hikayesinin dramatize edilerek anlatılması, böylelikle eski baÅŸarılı günlerinin tekrarlanabileceÄŸi, hem ödül hem seyirci sayısında baÅŸarı kazanabileceÄŸi iddiasına sığındı. Sonuç olarak Demirkubuz, hem Türkiye’nin koÅŸulları nedeniyle öyküleri belirli oranda çarpıtıldığı için, hem de entelektüel olarak kendini ve düÅŸünce dünyasını etkin olarak yenileyemediÄŸi için 10 yıllık zaman diliminde özgünlük ve yaratıcılık sorunları yaÅŸamaya baÅŸladı. İkinci filminden itibaren filmlerinin maliyetlerini Kültür Bakanlığı desteÄŸi ve festivallerden aldıkları ödüllerle rahatlıkla finanse etti. Bugüne kadar toplam 7 uzun metrajlı film yönetmesine raÄŸmen ve basında yüzlerce kez söyleÅŸi vermesine raÄŸmen, tüm filmlerinin toplam box-office’i 200.000’i aÅŸmadı. Ancak ismi belirli bir öykülemeyi, sinemasal dili, genelde gerilimli ve sıçramalı, insanın niyetlerinin kendi zaafları nedeniyle geçersiz hale geldiÄŸi ve insanın kaderine yenildiÄŸi süreçlerin hikaye-anlatıcısı olarak kamusal yaÅŸamda algılanmaktadır. Ancak Demirkubuz’un kariyeri büyük oranda Türkiye’nin içinde bulunduÄŸu nesnel koÅŸullar nedeniyle belirli bir çarpılma ve yön-deÄŸiÅŸtirme süreciyle üst belirlenmiÅŸtir; kısacası iki filmine ismini verdiÄŸi (Kader-Yazgı) yazgı Demirkubuz’un kendi yaÅŸamına da sanatına da iradesi dışında ve toplumsal dayatmalar sonucunda ÅŸekillendirmiÅŸtir.

ZAHİT ATAM  

zahitatam@gmail.com


Cevaplar (0)Add Comment

Cevap yaz
daha küçük | daha büyük

security code
Lütfen görüntülenen karakterleri yazınız


busy