Daha sonraki iki filminde savcının konuÅŸması Masumiyet’in başında ve Yazgı’nın finalinde yer alır, sürekli açılan kapısıyla bu erk sahibi insanların bakış açısının uzağında olduÄŸu bilinçli olarak vurgulanır. Masumiyet ‘Yeni Türk Sineması’nın ilk ve en baÅŸarılı aykırı örneklerinden birisidir. Bir bütün olarak tekinsizlik-parçalanmışlık-çıkışsızlık üzerine kuruludur. Yusuf yeni hapisten çıkmış, bütün ailesini depremde kaybetmiÅŸ, hiçbir zanaatı ya da mesleÄŸi olmayan, dışarıda ne yapacağını bilmeyen ve dolayısıyla zaten yaÅŸamı oyunun kurallarına göre oynayamayacağı için dışarı çıkmak istemeyen birisidir. Bekir, iyi halli bir ailenin oÄŸlu olmasına raÄŸmen, UÄŸur’un peÅŸine düÅŸmüÅŸ, kendisiyle mücadelesini kaybetmiÅŸ, silik, kendi durumunu kabul edemeyen ve sonuçta intiharla biten bir yaÅŸamın silik figürüdür. UÄŸur bir yandan oynaÅŸ, öte yandan sevdiÄŸine gönülden baÄŸlı, pavyon ÅŸarkıcılığıyla hatırı sayılı kiÅŸiler için orospuluk yapan birisidir. Kızı (Çilem) ise daha dünyaya gelmeden önce yediÄŸi dayakla sağır olmuÅŸ, dışsal dünyanın ayırtında olmayan, geleceÄŸi karanlık birisidir. Bütün bu insanların yürek parçalayan ve iliÅŸkiler ağını sanki bir melodramdan almış gibi yapısıyla melodramatik-olmadan dramatik bir anlatıyla anlatırken yönetmen özellikle Yusuf ve UÄŸur’un kızı Çilem’de bir masumiyetin izini bulmakta, yaÅŸamımızın umutsuz gidiÅŸatından ezik insanlara saygıyla yaklaÅŸan pathetic bir öykü türetmektedir. Masumiyet çıkışıyla birlikte yönetmenin Türkiye’de tanınmışlığı ve meftunlarının sayısı büyük oranda arttı. Bir bütün olarak belirli bir masumiyet anlatısı içinde büyük oranda çıkışsız-bilinçsiz-ve iradesiz bir sürecin ortaya konduÄŸu, 1990’lardan sonra iyice yerleÅŸen bir kavramla Öteki Türkiye’nin hikayesi olduÄŸu anlaşıldı, sürüklenen bu insanların genellikle kamusal söylemde “ahlaksız-vicdansız-güvenilmez-saldırgan…” gibi terimlerle nitelenen yaÅŸamlarına “sıcaklık-insanilik-masumluk-güçlü kadın-iyi niyetlilik-kaderin harcadığı insanlar” gibi sıfatlarla yaklaşılmasının önünü açtı.
1995-96 yılında Demirkubuz Albert Camus’nün bir hikayesinden yola çıkarak Kürt illerinde görev yapan solcu bir öÄŸretmenin hikayesini anlatmak için çabaladı, Fransız yapımcılarla görüÅŸtü, neyi ne kadar anlatabileceÄŸini uzun uzun düÅŸündü. Çünkü bu tarihlerde Türkiye tam bir kanunsuzluk ülkesi olmuÅŸ, yazılı yasaların yanında sayısız faili-meçhul cinayetin iÅŸlendiÄŸi resmi ideoloji karşıtlarının yok edildiÄŸi bir süreç yaÅŸanmıştı. Tipik bir “between the permissable and impermissable” arasında debelenerek bir film yapmayı tasarlıyordu. Ancak bu tasarı kendi iradesi dışında imkânsız hale gelince(?), daha önceki dönemde yoÄŸunlaÅŸtığı Albert Camus’dan bir uyarlama fikri Yabancı’nın Türkiye’ye ve fatalist bir karakter merkezinde anlatılmasına dönüÅŸtü. Dolayısıyla Masumiyet ve Üçüncü Sayfa’nın çemberinden çıkıp benzeri sosyal koÅŸullar altında, ancak bu kez yönetmenin ön-belirlenmiÅŸ teması altında hipotetik bir filme dönüÅŸmüÅŸ oldu. Film incelendiÄŸinde, belirli sınırları zorlamayı düÅŸünse de, daha önceki dönemin bir kalıntısı olarak bundan ürktüÄŸü ve sonuç olarak ülkemiz insanı için yer yer inandırıcılıktan uzak bir öyküye dönüÅŸtüÄŸü anlaşılır Yazgı’nın. Çatısı bir yandan Camus’dan alınmış, yerli olaycıklar ve tipler eklenmiÅŸ, dirimsel enerjisini kaybetmiÅŸ, yoÄŸun bir kabullenme içinde ve başına gelen inanılmaz olayları itirazsız kabul eden ve sonuç olarak inandırıcı olamayan bir öykü türetmek genelde filmi tartışılır kıldı, fakat Masumiyet’le baÅŸlayan çıkış izleyici bazında ve eleÅŸtiri zemininde bir gerileme sürecine girdi. Yönetmen gözlemci özelliklerini ve gözlenilenler üzerine inÅŸa edilmiÅŸ yorumlarını kullanarak ördüÄŸü iki öyküsel anlatıdan sonra bütünüyle filmin öyküsünü tahayyüle dayandırdığında (Yazgı) önemli bir inandırıcılık sorunu yaÅŸamıştır. Aynı ÅŸekilde bundan sonraki filmi olan İtiraf’ta yeniden gerçek olaylara ve öykülere döndüÄŸünde çok daha inandırıcı ve pek çok insan için etkileyici bir düÅŸsel evren kurabilmiÅŸtir. Bekleme Odası filminde ise tekrar bütünüyle spekülatif bir çerçevede kurulu, yaÅŸamdan beslenmek yerine tahayyülün eseri çatıyla yola çıktığı için, Bekleme Odası yine ciddi bir inandırıcılık ve aynı zamanda etkileyicilikten uzak anlatıya dönüÅŸtü. Film festivallerde yarışmadan ve seyirci karşısına çıkmadan önce umutla söz ettiÄŸi Bekleme Odası’ndan, daha sonra fazla ekleme-çıkarma yaptığı ve öyküyü iyi kuramadığı için kendi deyimiyle “olmamış” ve “unutulsa daha iyi olacak” bir film olarak söz etmiÅŸtir. Ancak Yazgı ve Bekleme Odası’ndaki inandırıcılık ve pathetic olabilme niteliklerini yitirdiÄŸi gündeme gelince ve izleyici sayısı 15000’in altına inince Demirkubuz geçmiÅŸteki baÅŸarısı Masumiyet’e geri dönmek istedi; risksiz ve sade bir alan olarak Masumiyet’in intihar eden karakteri Bekir’in gençlik dönemine, yani Saklı Cennet’teki ikilinin uzun konuÅŸmasının hikayesinin dramatize edilerek anlatılması, böylelikle eski baÅŸarılı günlerinin tekrarlanabileceÄŸi, hem ödül hem seyirci sayısında baÅŸarı kazanabileceÄŸi iddiasına sığındı. Sonuç olarak Demirkubuz, hem Türkiye’nin koÅŸulları nedeniyle öyküleri belirli oranda çarpıtıldığı için, hem de entelektüel olarak kendini ve düÅŸünce dünyasını etkin olarak yenileyemediÄŸi için 10 yıllık zaman diliminde özgünlük ve yaratıcılık sorunları yaÅŸamaya baÅŸladı. İkinci filminden itibaren filmlerinin maliyetlerini Kültür Bakanlığı desteÄŸi ve festivallerden aldıkları ödüllerle rahatlıkla finanse etti. Bugüne kadar toplam 7 uzun metrajlı film yönetmesine raÄŸmen ve basında yüzlerce kez söyleÅŸi vermesine raÄŸmen, tüm filmlerinin toplam box-office’i 200.000’i aÅŸmadı. Ancak ismi belirli bir öykülemeyi, sinemasal dili, genelde gerilimli ve sıçramalı, insanın niyetlerinin kendi zaafları nedeniyle geçersiz hale geldiÄŸi ve insanın kaderine yenildiÄŸi süreçlerin hikaye-anlatıcısı olarak kamusal yaÅŸamda algılanmaktadır. Ancak Demirkubuz’un kariyeri büyük oranda Türkiye’nin içinde bulunduÄŸu nesnel koÅŸullar nedeniyle belirli bir çarpılma ve yön-deÄŸiÅŸtirme süreciyle üst belirlenmiÅŸtir; kısacası iki filmine ismini verdiÄŸi (Kader-Yazgı) yazgı Demirkubuz’un kendi yaÅŸamına da sanatına da iradesi dışında ve toplumsal dayatmalar sonucunda ÅŸekillendirmiÅŸtir.
ZAHİT ATAM
