SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATINI HAZIRLAYAN SİYASAL VE SOSYAL SEBEPLER
Avrupai türk edebiyatının ikinci ve toplu hareketi 1895 yılında, Servet-i Fünûn mecmuasında toplanan genç edebiyatçılar tarafından yapıldı. II. Abdülhamit’in saltanat dönemi edebiyatı üç bölümde incelenmektedir:
1.Dönem: tanzimat edebiyatı ile, Servet-i Fünûn edebiyatı arası.
2.Dönemi: Servet-i Fünûn edebiyatı oluşturur. Bu da ancak beş altı yıl devam edebildi.
3. Dönem: Bu dönem Servet-i Fünûn’dan sonra II. Meşrutiyet’in ilanına kadar süren dönem.
Servet-i Fünûn batı etkisindeki türk edebiyatının II.önemli safhasıdır.Bu edebiyat, Sultan Abdülhamit zamanında doğmuş, gelişmiş ve yine bu devirde son bulmuş bir edebiyattır.
türk edebiyatı aşağıda bahsedeceğimiz ideolojiler etrafındaki mücadeleleriyle mühim bir rol oynar. Bazen de bizzat hazırladığı bu vakaların kuvvetli tesiri altında kalır.
Gelişen ideolojileri şu başlıklar halinde ele alabiliriz:
1. Osmanlıcılık
2.İslamcılık
3. medeniyetçilik
4.türkçülük
Her biri cemiyetin ayrı bir realitesini karşılayan bu ideolojilerin etrafındaki mücadele, belki de Modern türk edebiyatının asıl tarihini yapar.
medeniyetçilik ideolojisiyle hareket eden şair ve yazarlardan, Hamit ve Recaizade şu fikirleri ileri sürüyorlardı:
1-İslam medeniyeti devrini tamamlamıştır.
2-Batıda düşüncesiyle, sosyolojisiyle ve tekniği ile yeni bir medeniyet çıkmıştır.
3-Osmanlı devletini bu medeniyet er-geç yıkacaktır.
Bu açıklamalarla Avrupa’nın tablosunu çiziyorlardı. Bu tablo karşısında bizde durum nasıldı?
Bu dönem özellikle imparatorluk üzerinde kötü emeller besleyen, Avrupalı devletlerin bu emellerini gerçekleştirmek için, içte ve dışta çeşitli oyunlar sergilemeye çalıştıkları bir devredir.İmparatorluk ise, kendisine ‘hasta adam’ gözüyle bakılan devleti bir müddet daha ayakta tutabilmek için birtakım sıkı tedbirler almak zorunda kalır. Bu dönemin sert görünüş hürriyet anlayışını adeta bir fikri sabit hale getiren bu devir gençlerinde ruhi bir bunalım yaratmıştır.
Özellikle devletin içten ve dıştan maruz kaldığı bu tehlikeleri önleyebilmek için alınan tedbirler, tanzimatçıların sahip oldukları hürriyet havasına imkan vermiyordu.Bu imkansızlık gençleri ruhi bunalımlara sevk ediyordu.1877 Osmanlı-Rus harbinin kötü sonuçlanması üzerine,1876’da açılan Meclis-i Mebusan tekrar kapatılır.devlet Rumeli’de istiklalini kazanmaya çalışan azınlıklar karşısında bile zayıf duruma düşer.Dünyayı kaplayan hürriyet, milliyet ve istiklal cereyanlarının, özellikle batılı büyük devletlerin gayretleriyle hızla gelişmesi, devlet yönetimini de bunaltır.Bu yüzden alınan tedbirlerin dozu biraz daha artar.Kendi tebası olan yabancı toplulukların dıştan desteli isyan teşebbüslerini önleme imkanı daralır.Büyük devletlerin her zengin coğrafyaya sahip olma istekleri gittikçe bir ihtiras halini alır.Kendi aydınları tarafından bile desteklenme talihini kaybeden imparatorluk yönetiminin alınan bu sıkı tedbirlerin sebebini açıklayamaması, yönetimi gençlerin gözünde tek suçlu durumuna düşürüyordu.
İdealist fikirlerle ortaya çıkan Jön Türklerin dış tehlikeler karşısında tam bir milli bütünlük içerisinde bulunulmak yerine, işi Ermenilerle iş birliği yapacak kadar ileri götürmeleri, yönetimin aldığı tedbirleri daha da arttırmasına yol açar.Bu arada saray yönetimi içinde, hoşnutsuzluğu gittikçe nefrete dönüşen bu gençleri dış tehlikeler karşısında uyanık olmaya çağıracak tecrübeli ve bilgili kişiler bulunmamaktaydı. Devletin maruz kaldığı bu tehlikeler karşısında bir kısım münevverler hadiselere kayıtsız kalırken, bir kısmı ise kendisini koyu bir Avrupa perestliğin kucağına atıyordu. babıali’nin nüfusunu Abdülhamit, tamamıyla ortadan kaldırıp, Yıldız’ı hakim vaziyete getirmiş,iktidar mevkilerine kendine uygun adamları geçirmek suretiyle, mutlak bir disiplin mekanizması kurmuştu.Bu hakimiyetini kontrol altında tutabilmek için bir hafiye teşkilatı kurmuştu.Bu öyle yaygınlaştı ki herkes padişaha yaranmak için birer hafiye kesilmişti.
Çizdiğimiz bu siyasi tablonun karşısına medeniyetçiler şu görüşlerini ileri sürdüler:
1-Batıdaki düşünceleri, yaşayışları, tekniği aynen almalıyız.
2-Bir Avrupalı gibi olursak, onlara benzediğimiz için Avrupalılar bize saldırmazlar.
medeniyetçiler, daha önce açıkladıkları gibi ‘İslam medeniyeti devrini tamamlamıştır’ derlerken, Avrupalıların (Hıristiyan) medeniyet ve tekniğinin hızla geliştiğini ileri sürmekteydiler.Halbuki şunu unutuyorlardı, hayran oldukları bu medeniyet, bir zamanlar Osmanlı devletinin himmetine muhtaç ve Osmanlı-İslam medeniyeti hayranı idi.Onlar Orta çağ engizisyonunu yaşarken, bizde ilim ve fen canlı bir şekilde devam ediyordu. Batı; düşüncede, sosyolojide ve teknikte bir gelişme göstermiştir.Ama Servet-i Fünûn gençliğine göre biz bunların hepsini aynen almalıyız. Ama şunu akıl edemediler ki; her milletin düşünce, yaşayış ve sosyal yapısı farklıdır.
Bu bunalımlı ve buhranlarla dolu zor dönem 1908’de son bulur. devlet yönetimi İttihat ve terakki cemiyetinin eline geçer. Fakat felaketler zinciri yine de son bulmaz. devlet İttihat ve Terakkinin tecrübesiz hareketi sonucu Balkan harbinin getirdiği başarısızlıklarla sürüklenir.
Bu edebiyat o dönemin siyasi durumu, anlatırken d belirtildiği gibi, hürriyetsizlik anlayışının o dönem gençlerince bir bunalım olarak görüldüğü devrede kuruldu.Bu dönem, batının sadece edebiyat kaynağı olarak görüldüğü gibi, hürriyet kaynağı olarak ta görüldüğü devredir. Bu dönemde batıya olan hayranlık had safhaya ulaşmıştır. Bu siyasi dönemde yetişip edebiyat yapmaya çalıştırlar.Böyle bir durum bütün millette doğurduğu hastalık, melankoli, hayattan bezginlik ve kaygısızlık şüphesiz onlarında ruhunda aynı tesiri uyandıracaktı.
Bu cereyanın edebiyatçıları, şark kültüründen evvel ve şark edebiyatından önce batı edebiyatını tanımışlardır. Hatta aralarında bunu bir iftihar vesilesi sayanlar da vardır. Sosyal meselelerin serbestçe konuşulamayışı,bu hususta kendini göstermek isteyen iradelerin susturuluşu, herkeste bir neme lazımcılık hissi doğurmuştu.Herkes kendi derdine ve kendi keyfine düşmüş,sosyal sorumluluk duygusu tamamen yok olmuştu.Meseleleri söz söylemek olan edebiyatçılar başka mevzular aramaya başlamışlardı. Şu fikirleri ileri sürdüler:
a-Avrupa imparatorluk ve derebeylik dönemini aşmıştır.(1789 Fransız ihtilali ile)
b-Avrupa da (bilhassa Fransa’da) burjuvazi adı verdiğimiz şehirlilerle işçiler gibi iki tabaka vardır. Bu iki tabakanın çekişmesiyle iki edebiyatta buna bağlıdır. Bizde de benzeri yapılar gerçekleşmediği takdirde, edebiyatımızın gelişmesi mümkün değildir.
Â
Servet-i Fünun Sanat Anlayışının Başlangıcı
Tevfik Fikret ve Ahmet İhsan Recaizade Mahmut Ekrem’in talebeleri olmak dolayısıyla onunla yakından temasta idiler. Halid, İzmir’de üstadı eserlerinden tanıyor, hatta görüşüp konuşuyorlardı. H.Cahit ise daha birleşmeden önce Fikret’i tanıyordu. Kısaca bu edebiyat cereyanı içindekiler birbirlerini daha önceden tanımış ve kaynaşmışlardı.
Servet-i Fünûncuların düzenli tahsil görmeleri, okudukları Avrupai mekteplerde, Avrupalı edipleri yakından öğrenmeleri ve hemen hemen hepsinin orta tabaka ailelerden gelmeleri, onlarda ortak bir sanat zevkinin doğmasına yol açmıştır. Fakat aynı sanat zevkine sahip olmalarına rağmen bu zevki aksettirişleri farklıdır.
Bu edebiyatta tanzimat’ta olduğu gibi bir siyasi ve aktif bir fonksiyon yoktur. Aşırı alafrangalılık bu edebiyatın en çok kınanan özelliklerindendir. Memleket meseleleri ve anadolu insanının yaşayışı,bazı küçük denemeler dışında bu edebiyatta mevcut değildir.Yaşadıkları siyasi devir onları hakikatten kaçmalarına,günlük meselelerle ilgilenmemelerine sebep olmuş. Hüzne düşkünlük ferdiyetçilik gibi duygularını beslemiştir.
Solgun çiçeklerden, düşmüş sarı yapraklardan bahseden ve kadın denince bunun bile veremlisinin makbul sayıldığı bu dönemin özelliği,onların özel hayatlarına girmiştir.Verem, intihar, kimsesizlik ve inziva, aşkı ölümle neticelenmek, sarı-siyah gibi daha çok hastalığı ve ölümü temsil renkler, karanlık mevzular onların ortak sanat çizgileridir.
Servet-i Fünûn edebiyatı 1895 yılında başladı. Bu yılın sonlarında Recaizade’nin teşvik ve aracılığıyla, Servet-i Fünûn mecmuasının baş muharrirliği, onun en kıymetli talebesi Tevfik Fikret’e verildi. Bu sanat çizgisine dahil olup başka dergilerde (Mektep, Maarif, Hazine-i Fünûn, Mirsat ve Malumat) yazan birçok şair ve yazar Servet-i Fünûnda toplandı. Hep birden Servet-i Fünûn edebiyatı denilen bir edebi çığırı açtılar.
Â
Serveti Fünun Edebiyat Anlayışı
Â
1. ÇaÄŸdaÅŸ Fransız edebiyatına benzer eserler verÂmek ve bu eserlerde sanat için sanat anlayışına baÄŸlı kalmaktır.
2. Servet-i Fünûncuların örnek aldıkları Fransız yazarları, realistÂlerle natüralistlerdir. Aynı edebiyatın ÅŸiirde yaptığı yeniliklerde kısmen Parnasse, kısmen Symbolisme akımlarının izleri vardır.
3. Bu edebiyatın bir diğer özelliği, Avrupa tipi eserler vermek yolunda tanzimat edebiyatından daha becerikli, daha çalışkan oluşudur.
4. Servet-i Fünûncular, kendiÂlerinden önceki Avrupaî türk edebiyatını hem iptidaî, hem yetersiz buluyorlardı. Onlara göre, tanzimat edebiyatı: “J.-J. rousseau'dan beÅŸ on sayfa, La Fontaine' den birkaç efsane, Vefik PaÅŸa'nın moliere adaptasyonları, sayısı onu geçmediÄŸi halde sanat bakımından hiç de baÅŸarılı sayılamayacak birkaç hikâye"den ibaretÂti. Servet-i Fünûncular, Türkiye'ye tam anlamıyla Avrupai bir edebiyat getirdiklerine inanıyorlardı.
5. Servet-i Fünûncular, herhangi bir halk sınıfına hitap etmekten uzak kalmışlardır. Servet-i Fünûncular, yurt çoÄŸunluÄŸunun bedii-içtimai ihtiyaçlarını düÂşünmemiÅŸ: Yurdun, İstanbul dışı hayatiyle çok az ilgilenmiÅŸ, mevzularını AvrupaÂlılaÅŸmış aydınların hayatından almış ve yine onlar için yazılmış bir salon edebiyatı meydana getirmiÅŸlerdir.
6. Eserlerini mübalaÄŸalı derecede aristokrat bir dille yazmaÂları, baskısı yüzünden hiç bir sosyal hareketin başına geçÂmek imkânı bulamayışları; nihayet, karakter bakımından toplumcu olmaktan çok, sanatkâr bir ruh taşımaları, onları daha çok yüksek sanat eseri oluÅŸturma anlayışına baÄŸlı bıÂrakmıştır.
Â
Servet-i Fünun Edebiyatında Dil Anlayışı
1. Servet-i Fünûn yazarları, Namık Kemal'den çok, Abdülhak Hamid'in eserlerindeki yeni ve göz alıcı Osmanlı türkçesini beğenmişlerdir.
2. Servet-i Fünûn lisanı fazla külfetli ve aristokrat bir dildir.Yazılarında süslü cümleler kullanarak, zarif, ahenkli, fakat işitilmemiş kelimeler sıralamak hevesindedirler.
3. OnÂlar, bilhassa farsça kelimelerin söyleniÅŸinde âdeta bir alafrangalık buluyor, Farisî terkiplerle birleÅŸik sıfatları, Fransızca söyleyiÅŸleri andırdıkları ve herkesçe bilinÂmeyen sözler oldukları için, zevk ve hevesle kullanıyorlardı.
4. Fransızcada rastlaÂdıkları Neige d'or (Altın kar) terkibini farsça, berf-i zerrîn ifadesiyle, Frisson iamineux (Işıklı titreyiÅŸ) terkibini, lerze-i rûşen ÅŸekliyle FârisîleÅŸtirmekte özel ahenk buluyorlardı.
5. Dilde milliyetçilik hareketleriÂnin kuvvetli bir çığır halini almadığı o devirde, halk türkçe’sinin inceliklerini bilÂmeyen Servet-i Fünûncular için, Servet-i Fünûn dilinden baÅŸka bir lisan kullanÂmak kolay deÄŸildi.
6. Servet-i Fünûn lisanı, sade türkçe bakımından zaÂrarlı olmuÅŸ, fakat edebiyat sanatının geliÅŸmesine ve daha zengin bir ifade vaÂsıtası bulmasına hizmet etmiÅŸtir.
7. Fikret'in, Cenab'ın, Süleyman Nazif'in ÅŸiir ve neÂsirlerinde örneklerini gördüğünüz ve Halid Ziya'nın yazılarında süslü cümleleriyÂle karşılaÅŸtığınız Servet-i Fünıın dili, sanatkârlarının zevkle, hatta sevgiyle kulÂlandıkları bir lisandı.
8. Bu dil, aşırı bir ÅŸekilde Farisî terkipleri ve birtakım EdeÂbiyat-ı Cedîde vasf-ı terkibîleri ile, yani fars kaidesiyle yapılan birleÅŸik sıfatlarÂla süsleniyor, kolaylığını, ahengini ve akıcılığını bu güzel, fakat yabancı unsurÂlardan alıyordu.
9. Zaman zaman: Sâât-ı semenfâm = Yasemin renkli saatler gibi, devrin klasik lisan kurallarına ve klasik söyleyiÅŸ mantığına aykırı olarak yapılan bu yabancı terkiplerin Servet-i Fünûn diline -bütün itirazlara raÄŸmen- bir veÂcize zarifliÄŸi ve bir vecize zenginliÄŸi verdiÄŸi meydandadır.
10. Servet-i Fünûn edebiyatı'nın en önemli başarısı, edebiyat türlerinde yaptığı yeniliklerde ve bu türlere daha Avrupaî bir görüşle bakmasındadır. Bu sebeple, edebiyat-ı Cedide'yi, belli başlı edebiyat türlerine göre gözden geçirmek yoluyla tanıtmak daha yerinde olur.
Â
Servet-i Fünun Şiiri
1.edebiyat-ı Cedide ÅŸiiri, gerek dil, gerek ÅŸekil, gerek ÅŸiir anlayışı bakımından tanzimat ÅŸiirinden epey farkÂlıdır. Servet-I Fünûn ÅŸiirinde her ÅŸeyden önce, bir musiki zevki ve kuvvetli bir musiki lisanı vardır. Bu lisan, dış musikisi, vezin ve ÅŸekil kusurluÄŸu bakımından en ziyade Fikret'in nazmında geliÅŸmiÅŸ; iç musikîsi, yani doyurucu ÅŸiir olabilmek özelliÄŸini de en çok Cenab'ın ÅŸiirlerinde göstermiÅŸtir.
2. EdeÂbiyat-ı Cedîde ÅŸairleri, açık ve kapalı hecelerden kurulu türkçe’ye divan edebiyatı yüzyıllarının kazandırdığı üçüncü heceyi, yani, uzun heceyi mısralarında türkÂçe’nin tabiî bir sesi gibi kullanmışlardır.
3. Servet-i Fünûn şairleri, aruzun türk dili musikisine en uygun kalıplarına zevkle ve ihtimamla seçerek kullanmış, türkçe’yi bu vezinlere yerleştirmekte ustalık göstermişlerdir.
4. edebiyat-ı Cedide ÅŸairlerinin nazım ÅŸekilleri bakımından yaptıkları deÄŸiÅŸikÂlik, Avrupa ÅŸiirinin klasik bir nazım ÅŸekli olan sonnet'yi kullanmaları ve yine aruz vezniyle bir serbest nazım hareketi yapmalarıdır.
5. Onların, divan ÅŸiirindeki müstezat ÅŸeklini geniÅŸleterek yaptıkları bir serbest nazım cereyanı, bilhassa Fikret ve Cenab gibi ÅŸairler tarafından baÅŸarıyle yürütülÂmüştür.
6. kafiye anlayışları da ÅŸekilden çok ses benzerliÄŸine dayanır. SerÂvet-i Fünûncular bu anlayışı, Recaîzade Ekrem'in, kafiye göz için deÄŸil, kulak içindir· cümlesiyle ifade ediyorlardı.
7. divan ÅŸiirinde bir mısra, ya da bir beyitte tamamlanan manzum cümle anÂlayışı da, kesin olarak Servet-i Fünûncular tarafından deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir. Bir sözün bir beyitte baÅŸlayıp, diÄŸer bir -veya birkaç- beyit boyunca deÂvam ederek, bir baÅŸka beytin ortalarında bitmesi tarzındaki serbest söyleyiÅŸi, keÂsin olarak -ve âdeta kendi ÅŸiirlerinin karakteristik vasfı halinde- tatbik eden ÅŸairler, Servet-i Fünûn ÅŸairleridir.
8. edebiyat-ı Cedîdecilerin ÅŸiirde yaptıkları diÄŸer bir yenilik de, onun mevzuuÂnu geniÅŸletmiÅŸ olmalarıdır: Åžiirimizde önce Hamid'in eserlerinde baÅŸlayan bu çeÂÅŸitlilik, Servet-i Fünûncuların elinde hızla yayılmış ve türk dilini hayatın iyi, kötü, çirkin, güzel, her hali, her duygusu, her düşüncesi, her sesi, her hadisesi için. ÅŸiir söylemek yolunda bir geliÅŸmeye ulaÅŸtırmıştır. Ancak bu çeÅŸitlilik, ÅŸiirleÅŸen heyecanların yüceliÄŸine engel olmamış, Servet-i Fünûncular, âdî duyguları, âdi sözlerle söyleyip, ÅŸiiri bayağılığa düşürmemiÅŸlerdir.
Â
Serveti-i Fünun Hikaye ve Romanı
1. Bu edebî tür, daha tanzimat yılÂlarında bile, yeni ÅŸiirin gördüğü ölçüde itiraz görmemiÅŸ, bünyesindeki Avrupaî yenilikleri türk hayat ve edebiyatına daha kolay kabul ettirmiÅŸtir. Bunun baÅŸÂlıca sebebi, gazeteciliÄŸin kuruluÅŸundan beri edebiyatta nesrin daha geniÅŸ bir raÄŸÂbet görmesi, nazmın ise hemen yalnız ÅŸiirde kullanılan bir ifade vasıtası haline gelmesidir.
2. roman, türk edebiyatında âdeta yepyeni bir edebî tür diye karşıÂlanmış, onun, eski ve manzum Åžark hikâyelerinin yerini aldığı, muhafazakârlarca fark edilmemiÅŸtir. Bu sebeple, önce tercüme eserlerle baÅŸlayan Avrupaî türk roÂmanı, kısa zamanda telif eserlerin yazılmasını teÅŸvik eden, geniÅŸ bir raÄŸbet görÂmüştür.
3. Servet-i Fünûn romancıları arasında ilk öğrenimlerinden beri, Avrupa dillerini ve edebiyatlarını öğrenmiÅŸ bulunanlar vardı. Bunlar, roman zevkini ya doÄŸrudan doÄŸruya Batı edebiyatından, yahut yine Batı tesiri altında geliÅŸen TanÂzimat romanından almış bulunuyorlardı. Yeni romancılar, eski türk edebiyatına zevk, ÅŸekil ve edebî anlayış bakımından baÄŸlı bulunmadıkları için, Türkiye'de AvÂrupaî roman ve hikâyenin geliÅŸmesi yolunda tam bir cesaretle ve geriye bakmaÂdan çalışabilmiÅŸlerdir.
4.tanzimat'ın hikâye ve romanı, Fransız romantiklerinden biraz da realistlerÂden örnek almıştı. Servet-i Fünûn romancılarına örnek olanlar da, genel olarak realist ve natüralist Fransız edebiyatıyle, yine Fransa'da bir psikolojik roman çıÂğırı açan yazarlardır.
5. Batı'ya dönüşün kuvvetli oluÅŸu ve eski DoÄŸu'dan hatıra taşımayışı yüzünden, Servet-i Fünûn romanının yalnız roman mimarîsi deÄŸil, hayatı ve kahramanları da biraz Avrupaîdir. Bununla beraber, edebiyat-ı Cedîde romancılarının roman dünyamıza içinde bulundukları sosyal hayattan bazı kuvvetli tipler ve sahneler getirdikleri inkâr olunamaz. Halid Ziya'nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet CeÂmil tipi, AÅŸk-ı Memnu'daki firdevs Hanım, Nihâl ve Bihter, o devir İstanbul'unda yaÅŸamışlardı.
6. Servet-i Fünûn'un küçük hikâyesi, daha çok, Sami PaÅŸazade Sezaî'nin ulaÅŸÂtığı merhaleden harekete geçmiÅŸ durumdadır. Servet-i Fünûn yazarlarının kitaplar dolusu küçük hikâyeler yazmaları çok önemlidir, Bu yazarların yaÅŸadıkları çaÄŸÂlar, Türkiye'de küçük hikâye edebiyatının altın devri sayılır. Küçük hikâyenin, yazarlar ve okuyanlar arasında gördüğü raÄŸbet, Servet-i Fünûn'dan sonra da yeni birtakım küçük hikâyecilerin yetiÅŸmesini saÄŸlamıştır.
