Yazıyı Gönderen: apollon
Gönderilme Tarihi: Fri, 02-May-2014
|
Okunma: 254084 kez Yazı Boyutu: 6.88 KB |
Edebiyat Nedir?Edebiyat Nedir (Özet) Edebiyat Nedir (Detay) 1 - Edebiyat Akımları 2 - Edebiyat Türleri : a) Nazım Türleri Nelerdir b) Nesir Türleri Nelerdir Okuyanlara estetik (sanatsal) bir doyum sağlamak amacıyla yazılmış, ya da böyle bir amacı olmasa bile biçimsel ve içeriksel özellikleriyle bu düzeye ulaşabilen bütün yazılı eserlere edebiyat denir. Edebiyat bir anlatım biçimidir. Düşünce ve duyguları güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatı olarak da tanımlanabilir. Herhangi bir metnin edebiyat eseri sayılabilmesi için sanatsal değerler taşıması gerekir. Edebiyat Nedir (Detay):Edebiyat, Alm. Literatur (f), Fr.Littérature (f), İng. Literature. Düşünce, duygu ve hayallerin sözlü veya yazılı olarak güzel ve tesirli biçimde anlatılması sanatı. Okuyana estetik bir tat vermek amacıyla yazılmış olan ya da böyle bir amacı olmasa bile, biçimsel özellikleriyle bu düzeye ulaşabilen bütün yazılı yapıtlar. Bu anlamıyla edebiyat görece yeni bir terimdir. Batı\'da 18. yüzyılda yaygınlaşmıştır. Geçmişte şiir, destan, tiyatro gibi türler genel olarak edebiyat başlığı altında değil, ayrı ayrı ele alınırdı. Türkiye\'de de edebiyat terimi bugünkü anlamına ancak 19. yüzyılın sonlarında kavuşmuştur. divan edebiyatında şiir ve düzyazı (inşa), amaçlan ve kuralları farklı olan iki ayn sanat dalı olarak görülürdü.Edebiyatın kapsamıEdebiyat bir anlatım biçimidir. Düşünce ve duygulan güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatı olarak da tanımlanır. İnsan yaşantılarını anlatan her metin edebiyat yapıtı değildir. Konu tartışmalı olmakla birlikte, asıl amacı estetik tat vermek değil, bilgi vermek ya da inandırmak olan yapıtlar (teknik ve bilimsel kitaplar, gazete yazılan, reklam metinleri, propaganda yazıları vb) genellikle edebiyatın kapsamı dışında bırakılır. Bir metnin edebiyat yapıtı, sayılması için sanat değeri taşıması gerekir! Ama bu değeri tanımlamak kolay değildir. Edebi değeri olan bilimsel metinlere rastlanabildiği gibi, sanat katına yüksele-meyen şiirler de vardır. Bunlara şiir değil, manzume denir. Edebiyatın tanımı ve kapsamıyla ilgili tartışmalar, estetik kuramının alanına girer. İlk sistemli estetik felsefesinin kurucusu olan kant\'a göre, bir metnin sanat sayılabilmesi için \"çıkar gözetmemesi\", başka bir deyişle kendi dışında hiçbir amaç taşımaması gerekir. Bütün sanatlar gibi edebiyat da bu bakımdan oyuna benzetilebilir. Oyunun kendi dışında hiçbir amacı yoktur, yalnız zevk almak için oynanır ve biter. Bu yaklaşım, edebiyatı öteki insan eylemlerinden ayıran çok önemli bir noktayı vurgulamakla birlikte, iki yönden eleştiriye açıktır. Birincisi, fazlaca \"hazcı\" bir yaklaşımdır; edebiyat yapıtlannın içerdiği \"doğruluk\" boyutunu, aydınlanma yanını ihmal etmektedir. İkincisi, yeterince tarihsel değildir; geçmişte edebiyat dışı sayılan bazı metinlerin zamanla edebiyat kapsamı içine alındığını, bazılarınınsa edebi değer ve işlevini yitirdiğini göz önünde tutmamaktadır. Oysa bütün insan ürünleri gibi sanat da ölümlüdür. Edebi türlerin en \"edebi\", en katışıksız, en yoğun olanı lirik şiirdir. estetik haz vermenin ötesinde hiçbir amaç taşımaz. Ama bu estetik hazzın içinde derin, karmaşık ve dile getirilmesi güç bir insani gerçeklikle karşılaşmanın verdiği heyecan da vardır. Yoğunluk ve katışıksızlık açısından lirik şiiri destan, eleji, ağıt, mesnevi, dramatik şiir ve felsefi şiir gibi manzum türler izler. Bunlar genellikle firik şiirden daha uzun ve daha gevşek dokuludur. roman, 18. yüzyılda gelişen ve 19. yüzyılda öne çıkan bir türdür. Kaynaklan açısından en zengin edebi biçim olduğu söylenebilir. Destan, masal, ortaçağ romansları, deneme ve felsefi metin gibi daha eski biçimlerin hepsi romanı beslemiştir. Ama günümüzde satışa çıkan romanlann büyük bölümü edebiyat yapıtı sayılmaz; estetik zevk vermek için değil, oyalamak ve eğlendirmek için yazılmışlardır. Seyahatname, gezi notları, anı, otobiyografi, günlük ve mektup gibi kişisel metinler, genellikle edebiyat ile belgeseli ayıran çizginin iki yanında yer alır. Üsluplarının yetkinliği ve içeriklerinin zenginliğiyle büyük edebiyat yapıtı katma yükselenler olduğu gibi, \"gazete yazısı\" ve \"anı defteri\" düzeyinde kalanlan da vardır. Birçok kişisel metin, edebi değerinden çok, yazan konusunda özel bilgiler vermesi yüzünden ilgi çeker. Öte yandan, kolay kolay hiçbir türe sokulamayan ve üslup kaygısı gözetilmeden yazıldığı halde okurlara estetik bir doyum sağlayan metinler de vardır; 20. yüzyıl edebiyatında dışavurumculuk, dadacılık ve gerçeküstücülük gibi akımlann ürünleri genellikle bu türdendir. Edebiyat Akımları:Anakreontizm Anlatımcılık (Ekspresyonizm) Dadaizm (Dada Hareketi ) Dandizm Doğaüstü Edebiyat-ı Cedide Egzistansiyalizm Entimist (İçtenci) Estetizm Fütürizm (Gelecekçilik) İmajizm Empresyonizm (İzlenimcilik ) Klasisizm (edebiyat) Kübizm Lirizm Milli Edebiyat Akımı Natüralizm Neo-klasikçilik Neo-realizm Parnasizm Parnasse Okulu Popülizm Postmodernizm ve roman Realizm (Gerçekçilik) Romantizm Romantizm ve Gerçekçilik Simgecilik (sembolizm) Sürrealizm (Gerçeküstücülük) Verismo Edebiyat Türleri:a) Nazım Türleri: 1- Şiir 2- Destan 3- Ağıt 4- Mesnevi 5- Eleji b) Nesir Türleri: 1- Roman 2- Öykü 3- Masal 4- Tiyatro 5- Deneme 6- Makale 7- Biyografi 8- Otobiyografi 9- Eleştiri 10- Anı 11- Gezi yazısı 12- Mizah 13- Edebi destan Bağlantılı Başlıklar: Edebi Akımlar Dil Nedir? Türkçe’nin Tarihsel Gelişimi Okuma Sanatı Tanım ve Anlam |
[ Katagoriye Dön | Ana Menüye Dön ]
-
# Dil - Kültür - Edebiyat İlişkisi
Dil, edebiyatın temel taşı olduğu gibi kültürün de taşıyıcısıdır.Bir milletin yarattığı edebiyat, o milletin kültür birikiminin bir yansımasıdır. Dil olmadan ne kültür ne de edebiyat olur. Bu üç öğe...Devamını Oku 2011-11-14 14:48:29
-
# Türk Edebiyat Tarihi
Türk Edebiyatı, Türklerin dâhil oldukları üç medeniyet ve kültür dairesine paralel olarak üç safhada incelenmektedir. 1. İslâmiyet’ten Önceki Türk Edebiyatı, 2. İslâmî Devir Türk Edebiyatı, ...Devamını Oku 2011-10-06 14:28:00
-
# Tanzimat Dönemi Edebiyatı
Tanzimat Dönemi Edebiyatı (1860-1869) Türk toplumunda, 1860-1896 yılları arasındaki edebiyat etkinlikleri, "Tanzimat edebiyatı" adı altında toplanır. "Batılılaşma" olgusunu gerek basın, gerek edebiya...Devamını Oku 2011-10-21 18:47:00
-
# Dini Tasavvufi Halk Edebiyatı Türk Şiiri
Horasan’dan Ahmet Yesevi’ye bağlı erenlerin Anadolu’ya gelmeleriyle başlayan tasavvuf akımı, Anadolu’ daTasavvuf Edebiyatının doğup gelişmesini sağladı. İslam dininin ve yapıla...Devamını Oku 2011-09-07 15:19:14
-
# Fecr-i Ati Şiiri ve Milli Edebiyat Şiirinin Benzerlikleri Farklılıkları
Benzerlikler: Milli edebiyat dönemi şairlerinin zaman zaman fecr i ati gibi modern şiirden faydalanmaları. Farklılıklar: SES VE AHENK Fecr-i Ati : Aruz ölçüsü ve sanatsal söyleyiş. Milli Ede...Devamını Oku 2011-04-02 10:19:24
-
# Edebiyat ile Psikoloji Arasındaki İlişki
Edebî eserlerde psikolojik yansımaları bulmak mümkündür. Her insanın, duyguları, düşünceleri, bir psikolojisi olduğu gibi, yazarların da vardır. İşte yazarlar, eserlerini yazarken o anki psikolojik d...Devamını Oku 2011-10-17 15:41:49
Yorumlardan Yazarları Sorumludur. Yorumunuz Site Yönetimi Uygun Görürse Yayınlanır..!!..
Gönderen | Başlık |
---|---|
apollon | Tarih: 21:44:03 09.19.2007 Güncelleme: 21:44:03 09.19.2007 |
Webmaster ![]() ![]() Tarih: 03.21.2005 Nereden: antalya Gönderiler: 176 |
Sartre'a göre edebiyat nedirSartre edebiyat kavramını “yazar”, “yazarın görevi” ve “okurun konumu” üzerinden üç ayrı kategoride ele alıyor. Yazarı, çağının dünyasına sırt çevirmeyen, yaşadığı dönemin gerçeklerinden, çıkmazlarından esinlenerek tavrını ve eylemini belirleyen aydın olarak görüyor. Bireyin kökten özgürlüğünü savunan varoluşçuluğun bu büyük sözcüsü, okurlarını da özgürleşme sürecine taşıması gereken aydının görevini 'yazarken değiştirmek, yazarken özgürleştirmek' diye tanımlıyor. Edebiyata 'bağlanma' kavramı açısından yaklaşırken, Aydınlanma Çağı'nın gününün tanığı aydınını övüyor, 19. yüzyılın burjuva ahlâkını dayatan gerçekçi yazarlara ateş püskürüyor. Sartre'ın edebiyatı olduğu kadar yazarı da sorgulayan bu kült metni, her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur' diyen Dostoyevski'nin sözlerini doğruluyor.
Edebiyat nedir sorusuna yüzyıllar boyunca değişik yanıtlar verilmiştir. Gerçekten de nedir edebiyat? Bir söz, bir dil etkinliği midir sadece? Nasıl ve neden başlamış, kültürün içindeki yeri ne olmuştur? İnsan ve toplum hayatındaki yeri nedir? Yazar kimdir? Okuyucunun yazar ve ürünüyle ilişkisi nasıl kurulur? Kuşkusuz bu soruları bir bu kadar daha uzatabiliriz. Ancak şimdiye dek sanatın ya da edebiyatın tanımı üzerinde anlaşmaya varılamamıştır. Çünkü bir kavramın anlamını bilmek kavramın işaret ettiği bütün şeylerin sahip olduğu ortak özelliği bilmek demek değil, kavramı yerinde kullanmak ve işaret ettiği şeyleri tanımak demektir. Edebiyat için de durum aynıdır. Sanatın, edebiyatın, romanın doğru ve gerçek tanımları yapılamaz, çünkü öyle yeni ve değişik eserlerle karşılaşabiliriz ki, bunların taşıdıkları özellikler tanımda da değişikler yapmamızı gerektirir. Ancak belli tarihsel, içeriksel, mekansal, vb. çerçeveler çizerek bu kavramı kapatabiliriz. Sarte da, “Edebiyat Nedir” incelemesinde kendi perspektifiyle çiziyor edebiyatın sınırlarını. Böyle bir perspektifse yazmayı bir eylem olarak, yazarı yalnız düşünen değil, yaşayan, davranan ve kendi dışındaki bireylerle ilişki kuran bir entelektüel olarak, okuyucuyu da bu süreçlerin aktif bir parçası olarak tanımlıyor. Edebi nesne Sartre'a göre "Yalnızca hareket halindeyken varolan bir topaçtır. Onu ortaya çıkarmak için, adına okumak denen somut bir eyleme ihtiyaç vardır." Yazmak, okurun özgürlüğüne çağrıda bulunmaktır.. "Yazar, konuşan kimse'dir: o gösterir, ortaya koyar, buyurur, yadsır, çağırır, yalvarır, hakaret eder, inandırır, araya sokuşturur. Bunu boş yere yaptığı zaman ozanlaşmaz. Hiçbir şey söylemeden konuşan bir düzyazı yazarı olur." Ve “Açık amacı insanların ezilmesine hizmet etmek olan iyi bir tek roman, Yahudilere, zencilere, sömürge halklarına karşı yazılmış bir tek iyi roman” gösterilemez… Yazar, Yapıt, Okuyucu ve Bağlanma Kendimize konu edindiğimiz roman/yapıt ancak kendisine bakıldığı zaman vardır ve öncelikle de katıksız bir çağrı, katkısız bir var olma gerektirimidir. O, varlığı belli, ereği ise belirsiz bir aygıt değildir. Şu kitabı masaya bırakmak elinizdedir, ama, açtığınız an, sorumluluğu yüklenmişsiniz demektir. Madem ki, bir kez sorumluğu yüklendik, öyleyse elimize aldığımız romanın ne olduğunun ortaya çıkarılması gerekiyor. Öncelikle bir ayırım yapmalı; insan bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır. Sanatçı/yazar denilen kişinin konularını nereden aldığını, bu konularla bizi etkileyip duygulandırmanın nasıl üstesinden geldiğini, ruhumuzda uyanabileceğine hiç ihtimal vermediğimiz heyecanların içimizde doğmasını nasıl sağladığını bilmek tutkusuyla hep yanıp tutuşmuşuzdur. Konu seçimini belirleyen koşulları çok iyi tanımamızın sanatsal yaratıştaki özün derinliklerine eni konu girmemizin bizleri sanatçı yapmada hiçbir rol oynamayacağını bilmemiz de, duyduğumuz merakı asla azaltmamıştır. İşte eleştirinin kaynağını burada aramak gerekiyor, tabii trajedisini de! Çünkü, eleştirmen ne yaparsa yapsın, hangi kuramları uygularsa uygulasın, nesnesi olan yapıtın sırrını bütünüyle çözemez. Yine de, yazının işlevinin güzellik yaratmak ve bizde özgül bir coşku uyandırmak olduğu konusundaki eski felsefe bugün artık benimsenmiyor. Gerçekten yazının rolü üzerinde düşünmek, sonradan yapılan bir çözümleme ile, yazın yapıtının nedenini aydınlatmak gerekir ve her ciddi eleştiri bununla başlar. Bunun yanıtı ise, yazının dünya ile sürdürdüğü iki yönlü ilişki içinde, hem bireysel hem de ortak olan insan bilincinin özel bir boyutu olduğudur, yazar başka insanlara seslenen, onlara kendileri ile nesneler arasındaki ilişkileri anlatan kişidir. Ama, en açık görüşlü düzyazı yazarı bile ne demek istediğini bütünüyle bilmez, istediğinin ya azını ya da çoğunu söyler, her cümle girişilmiş bir sav, atılınmış bir tehlikedir, sözcük debelendikçe garipleşir, hiç kimse bir sözcüğü köküne kadar anlayamaz. Düzyazı yazarı sözcüklere fazla özen göstermeye başladıkça, düzyazı bozulur ve insan saçma sapan sözler söylemeye başlar. İşte eleştirinin varolma nedenlerinden birisi burada girer devreye; yapıtın kendisinin bile bilemeyeceği sırlarını ortaya çıkarmak... Yazma işleminin karşısında diyalektik bir bağlaşık terim, yani okuma işlemi vardır ve birbirine bağlı bu iki ayrı pratik iki ayrı eyleyen gerektirir. Zihnin ürünü olan bu somut ve imgesel nesneyi yazarla okuyucunun birleşik çabası ortaya çıkaracaktır. Sanat ancak başkası için ve onun aracılığıyla vardır. Okuyucu hem keşfettiğinin hem de yarattığının bilincine varır, yaratırken keşfettiğini, keşfederken yarattığını fark eder. Okumak, makinasal bir işlem değildir. Okuyucunun, yazılı şeyi hiç durmadan aşarak kafasında yeniden yaratması gerekir. Hiç kuşkusuz yazar yol göstericidir ama boşlukları okuyucu doldurur. Okuyucu için yapıt ancak onun yetenekleri ölçüsünde vardır; okuduğu ve yarattığı sırada, her an okumayı daha ileri götürebilmesi ve daha derine yaratabilmesi mümkündür. Yaratış ancak okumada bütünlendiğine, sanatçı başladığı işi bitirme görevini bir başkasına bırakmak zorunda olduğuna ve ancak okuyucunun bilinci aracılığıyla kendisini yapıtının önemli bir ögesi olarak yakalayabildiğine göre, her yazınsal yapıt bir çağrıdır. Bu nedenle, zaman zaman, yazarların, yönetmenlerin, bestecilerin kendilerine yönelik eleştiriler karşısında takındıkları umursamazlık, ya da, “ben zaten kendim için yazdım” savunusu, boş bir aldatmacadan öteye gitmez. Belli bir çağın yazını kendi özerkliğinin açıkça bilincine varmadığı ve geçici güçlerin ya da bir öğretinin boyunduruğu altına girdiği, kısacası kendini koşulsuz bir erek gibi değil de, bir araç gibi gördüğü zaman yabancılaşmıştır. Bu durumda, yapıtların benzersiz oluşumlarıyla bu tutsaklığı aştıkları ve her birinde koşulsuz bir gereklilik bulunduğu doğrudur elbet; ama gizlidir bu. Bir yazın kendi özünü kavrayamadığı, yalnızca biçimsel özerkliği üzerinde durduğu ve yapıtın konusunu bir yana bıraktığı zaman soyuttur. |
![]() |
Edebiyat Nedir? Resimleri
Edebiyat Nedir? Yorumları
Gönderen | Başlık |
---|---|
apollon | Tarih: 21:44:03 09.19.2007 Güncelleme: 21:44:03 09.19.2007 |
Webmaster ![]() ![]() Tarih: 03.21.2005 Nereden: antalya Gönderiler: 176 |
Sartre'a göre edebiyat nedirSartre edebiyat kavramını “yazar”, “yazarın görevi” ve “okurun konumu” üzerinden üç ayrı kategoride ele alıyor. Yazarı, çağının dünyasına sırt çevirmeyen, yaşadığı dönemin gerçeklerinden, çıkmazlarından esinlenerek tavrını ve eylemini belirleyen aydın olarak görüyor. Bireyin kökten özgürlüğünü savunan varoluşçuluğun bu büyük sözcüsü, okurlarını da özgürleşme sürecine taşıması gereken aydının görevini 'yazarken değiştirmek, yazarken özgürleştirmek' diye tanımlıyor. Edebiyata 'bağlanma' kavramı açısından yaklaşırken, Aydınlanma Çağı'nın gününün tanığı aydınını övüyor, 19. yüzyılın burjuva ahlâkını dayatan gerçekçi yazarlara ateş püskürüyor. Sartre'ın edebiyatı olduğu kadar yazarı da sorgulayan bu kült metni, her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur' diyen Dostoyevski'nin sözlerini doğruluyor.
Edebiyat nedir sorusuna yüzyıllar boyunca değişik yanıtlar verilmiştir. Gerçekten de nedir edebiyat? Bir söz, bir dil etkinliği midir sadece? Nasıl ve neden başlamış, kültürün içindeki yeri ne olmuştur? İnsan ve toplum hayatındaki yeri nedir? Yazar kimdir? Okuyucunun yazar ve ürünüyle ilişkisi nasıl kurulur? Kuşkusuz bu soruları bir bu kadar daha uzatabiliriz. Ancak şimdiye dek sanatın ya da edebiyatın tanımı üzerinde anlaşmaya varılamamıştır. Çünkü bir kavramın anlamını bilmek kavramın işaret ettiği bütün şeylerin sahip olduğu ortak özelliği bilmek demek değil, kavramı yerinde kullanmak ve işaret ettiği şeyleri tanımak demektir. Edebiyat için de durum aynıdır. Sanatın, edebiyatın, romanın doğru ve gerçek tanımları yapılamaz, çünkü öyle yeni ve değişik eserlerle karşılaşabiliriz ki, bunların taşıdıkları özellikler tanımda da değişikler yapmamızı gerektirir. Ancak belli tarihsel, içeriksel, mekansal, vb. çerçeveler çizerek bu kavramı kapatabiliriz. Sarte da, “Edebiyat Nedir” incelemesinde kendi perspektifiyle çiziyor edebiyatın sınırlarını. Böyle bir perspektifse yazmayı bir eylem olarak, yazarı yalnız düşünen değil, yaşayan, davranan ve kendi dışındaki bireylerle ilişki kuran bir entelektüel olarak, okuyucuyu da bu süreçlerin aktif bir parçası olarak tanımlıyor. Edebi nesne Sartre'a göre "Yalnızca hareket halindeyken varolan bir topaçtır. Onu ortaya çıkarmak için, adına okumak denen somut bir eyleme ihtiyaç vardır." Yazmak, okurun özgürlüğüne çağrıda bulunmaktır.. "Yazar, konuşan kimse'dir: o gösterir, ortaya koyar, buyurur, yadsır, çağırır, yalvarır, hakaret eder, inandırır, araya sokuşturur. Bunu boş yere yaptığı zaman ozanlaşmaz. Hiçbir şey söylemeden konuşan bir düzyazı yazarı olur." Ve “Açık amacı insanların ezilmesine hizmet etmek olan iyi bir tek roman, Yahudilere, zencilere, sömürge halklarına karşı yazılmış bir tek iyi roman” gösterilemez… Yazar, Yapıt, Okuyucu ve Bağlanma Kendimize konu edindiğimiz roman/yapıt ancak kendisine bakıldığı zaman vardır ve öncelikle de katıksız bir çağrı, katkısız bir var olma gerektirimidir. O, varlığı belli, ereği ise belirsiz bir aygıt değildir. Şu kitabı masaya bırakmak elinizdedir, ama, açtığınız an, sorumluluğu yüklenmişsiniz demektir. Madem ki, bir kez sorumluğu yüklendik, öyleyse elimize aldığımız romanın ne olduğunun ortaya çıkarılması gerekiyor. Öncelikle bir ayırım yapmalı; insan bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır. Sanatçı/yazar denilen kişinin konularını nereden aldığını, bu konularla bizi etkileyip duygulandırmanın nasıl üstesinden geldiğini, ruhumuzda uyanabileceğine hiç ihtimal vermediğimiz heyecanların içimizde doğmasını nasıl sağladığını bilmek tutkusuyla hep yanıp tutuşmuşuzdur. Konu seçimini belirleyen koşulları çok iyi tanımamızın sanatsal yaratıştaki özün derinliklerine eni konu girmemizin bizleri sanatçı yapmada hiçbir rol oynamayacağını bilmemiz de, duyduğumuz merakı asla azaltmamıştır. İşte eleştirinin kaynağını burada aramak gerekiyor, tabii trajedisini de! Çünkü, eleştirmen ne yaparsa yapsın, hangi kuramları uygularsa uygulasın, nesnesi olan yapıtın sırrını bütünüyle çözemez. Yine de, yazının işlevinin güzellik yaratmak ve bizde özgül bir coşku uyandırmak olduğu konusundaki eski felsefe bugün artık benimsenmiyor. Gerçekten yazının rolü üzerinde düşünmek, sonradan yapılan bir çözümleme ile, yazın yapıtının nedenini aydınlatmak gerekir ve her ciddi eleştiri bununla başlar. Bunun yanıtı ise, yazının dünya ile sürdürdüğü iki yönlü ilişki içinde, hem bireysel hem de ortak olan insan bilincinin özel bir boyutu olduğudur, yazar başka insanlara seslenen, onlara kendileri ile nesneler arasındaki ilişkileri anlatan kişidir. Ama, en açık görüşlü düzyazı yazarı bile ne demek istediğini bütünüyle bilmez, istediğinin ya azını ya da çoğunu söyler, her cümle girişilmiş bir sav, atılınmış bir tehlikedir, sözcük debelendikçe garipleşir, hiç kimse bir sözcüğü köküne kadar anlayamaz. Düzyazı yazarı sözcüklere fazla özen göstermeye başladıkça, düzyazı bozulur ve insan saçma sapan sözler söylemeye başlar. İşte eleştirinin varolma nedenlerinden birisi burada girer devreye; yapıtın kendisinin bile bilemeyeceği sırlarını ortaya çıkarmak... Yazma işleminin karşısında diyalektik bir bağlaşık terim, yani okuma işlemi vardır ve birbirine bağlı bu iki ayrı pratik iki ayrı eyleyen gerektirir. Zihnin ürünü olan bu somut ve imgesel nesneyi yazarla okuyucunun birleşik çabası ortaya çıkaracaktır. Sanat ancak başkası için ve onun aracılığıyla vardır. Okuyucu hem keşfettiğinin hem de yarattığının bilincine varır, yaratırken keşfettiğini, keşfederken yarattığını fark eder. Okumak, makinasal bir işlem değildir. Okuyucunun, yazılı şeyi hiç durmadan aşarak kafasında yeniden yaratması gerekir. Hiç kuşkusuz yazar yol göstericidir ama boşlukları okuyucu doldurur. Okuyucu için yapıt ancak onun yetenekleri ölçüsünde vardır; okuduğu ve yarattığı sırada, her an okumayı daha ileri götürebilmesi ve daha derine yaratabilmesi mümkündür. Yaratış ancak okumada bütünlendiğine, sanatçı başladığı işi bitirme görevini bir başkasına bırakmak zorunda olduğuna ve ancak okuyucunun bilinci aracılığıyla kendisini yapıtının önemli bir ögesi olarak yakalayabildiğine göre, her yazınsal yapıt bir çağrıdır. Bu nedenle, zaman zaman, yazarların, yönetmenlerin, bestecilerin kendilerine yönelik eleştiriler karşısında takındıkları umursamazlık, ya da, “ben zaten kendim için yazdım” savunusu, boş bir aldatmacadan öteye gitmez. Belli bir çağın yazını kendi özerkliğinin açıkça bilincine varmadığı ve geçici güçlerin ya da bir öğretinin boyunduruğu altına girdiği, kısacası kendini koşulsuz bir erek gibi değil de, bir araç gibi gördüğü zaman yabancılaşmıştır. Bu durumda, yapıtların benzersiz oluşumlarıyla bu tutsaklığı aştıkları ve her birinde koşulsuz bir gereklilik bulunduğu doğrudur elbet; ama gizlidir bu. Bir yazın kendi özünü kavrayamadığı, yalnızca biçimsel özerkliği üzerinde durduğu ve yapıtın konusunu bir yana bıraktığı zaman soyuttur. |
![]() |
Edebiyat Nedir? Videoları
Henüz bu yazıya eklenmiş video bulunmamaktadır.
» Önerdiklerimiz |
» Reklamlar |
|
» Alt-Kültür Başlıklar |
|